Ana içeriğe atla

Kendi Şehrinde (ve halinde) Yabancıl Bir Papalagi

Erich Scheurmann'a ait bir eser okumuştum birkaç yıl evvel: ''Göğü Delen Adam''. Kitabın içindeki anlatıcımız, bir Alman sömürge adası olan Samoa'dan kalkıp modern(!) toplumun arasında zaman geçirme fırsatına erişmiştir. Kitap boyunca bir Samoalı'nın yani Papalagi'nin gözünden Avrupa incelenir. Sonuç gözlemcimiz Papalagi için son derece hayret vericidir. Kitap boyunca, Avrupalı insanların-tümelde kabile hayatı dışındaki insanların- önemsediği konuların aslında hiç önemli olmadığını düşündüğü için sürekli bir hayret içindedir karakter. Üretim süreçlerinin ve yöntemlerinin, bunun yanı sıra insanların ikame şekilleri bile Papalagi için şaşırtıcıdır. Bugünlerde, kendi etrafımda gördüklerimin hayreti içerisindeyim desem çok yanlış olmaz. Aslında salt bugünlerde değil, uzun zamandır 'bazı' konularda bir hayret haline büründüğüm doğrudur. Şaşırtıcı olan, benim herhangi bir kabile düzeniyle idare edilen sömürge adasından Avrupa'ya gitmişliğim ya da benzeri bir göç yaşamadan; yıllardır, bazen müstakil ya da bazen müşterek aynı ortamda ve handiyse aynı şartlarda yaşamış olmam. Giderek garipsediğim meseleler sadece dışa ait değil. Hatta pek çoğu bireysel davranışlarım; ruh halim, meraklarım ya da edilgen kaldığım bazı konular. Ne oldu bu ülke ? diyerek bir akıl hocalığından ziyade ''Ne oluyor da bu edilgen hale bürünüyorum giderek?'' diye soruyorum kendi kendime. Her gün kendi iç dünyamda patlayan volkanların külleri arasında; üfleyerek, gözümü iyice açarak ya da kısarak geçirdiğim 'hakikat' arayışlarım beni çok yoruyor. Kafayı kaldırıp haberlere ya da çevremdeki insanların 'önemli' addettikleri meselelere baktığım vakitse kendimdeki tuhaflıkları, yorgunca izliyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Başlangıç İçin Gitar Tavsiyeleri

Hayatımıza yeni şeyler sokmak isteriz. Bunlar; insan, hobi, şehir ya da düşünce olabilir. Hobi edinmek, genellikle devamlılığı gelmeyen uğraşlardır. Bir anlık hevesle başlayıp daha sonra bıkarız. Bunların başında da enstrümanlar gelir. Herkes (çoğumuz) bir enstrümanı; sesini ya da duruşunu severek almak ister. Yıllar önce ben de en sevdiğim enstrüman olan gitarı aldım. Yaklaşık dört yıldır elimin altında duran bu güzelim aleti henüz daha yeni keşfediyorum. Son üç aydır sıkı çalışıyorum. Daha önce imkansız gördüğüm bazı teknikleri yeni yeni uygulamaya başladım. Hatta bareli akorları ''Bunu hayatta basamam'' diyerek uzunca zaman aynı akorlar ile geçiş yapmak suretiyle tıngırdattım gitarı. Bugünlerde ise sağ elimi farklı ritmlere alıştırma çabası içerisindeyim. Lafı fazla uzatmadan başlangıç seviyesinde alınabilecek birkaç gitar tavsiyesinde bulunayım dedim. Verdiğim klasik gitar örneklerinin muadilini kendi mahallenizdeki ya da şehrinizdeki müzik marketlerden bulabilirsin

Mandabatmaz Türk Kahvesi -1967/ Beyoğlu

Beyoğlu adımlamak için en çok bulunduğum yer İstanbul'da. İnsan çeşitliliği bakımından ülkemizde daha renkli bir yer var mıdır bilmiyorum. Geçtiğimiz gün yine oradaydım. İstiklal merkezli bir Beyoğlu salınımında bulundum sevgilimle. Nerede oturalım sorularını sağnaklaştırdığımız tam o an kız arkadaşım "Mandabatmaz'a gidelim" dedi... Daha önce adını duymuştum lakin hiç uğramamıştım. Yakın sayılırdık o sokağa. İstiklal'in gürültü ve hengamesinden hemen Olivia Geçidi Sokağına girdik. Az ileride sıralı yer tabureleriyle bizi Mandabatmaz bekliyordu. Doğrusu burası hakkında söyleyecek çok bir şeyim yok. Müdavimlerinden dinlemek daha doğru olacaktır. Ne de olsa 1967 yılından beri mevcudiyetini sürdüren bir mekan. Kahvesi evvelden nasıldı; servis, oturma düzeni, fiyatları ya da sahipleri nasıldı bu konularda bir mukayese yapamayacağım. Ama şunları söylemek isterim... Fiyatları uygun bir yer. İki Türk Kahvesine yanlış hatırlamıyorsam 16 TL ödedik ki b